Amcamla ilerliyoruz. Karanlık ve ıslak. Önemli biri olduğumu hissettiğim günden beri üzerimdeki “tehlikeye atılmama” baskısından kurtulamıyorum bir türlü. Riske ne kadar az atılmam gerekiyorsa o denli çekiliyorum tehlikeye, elimde değil. Düşüncelerimden beni çekip alan, amcamın çığlığı oluyor. Hayır, nasıl böyle bir hata yaparım. Elim refleks olarak amcamı tutan gölgenin birine gidiyor. Anlık elektrik akımının ışığından gördüğüm kadarıyla vuruşum isabet ediyor, lakin düşmanım daha fazla kömürleşemeyecek kadar karanlık zaten. Gücümün çekildiğini hissediyorum ama hızlı karar vermeliyim, diğer elim silahıma gidiyor ve… Bam. Vurdum sanırım, amcamın ağlama sesine mantığımın fısıltısı eşlik ediyor. Düşüncesi saldırımın sonucunda artık amcam kör ve kaybettiğimiz yanında kazandığım şey acınası kalıyor. Çıkıyoruz mağaradan, amcam “Elimi bırakma” diyor. Bu laf beni şoktan çıkarıyor işte, gerçek dünyaya geri dönüyorum. “Lütfen, elimi bırakma.” Hıçkıra hıçkıra ağlıyorum, çünkü önümdeki uzun çöl bana bakıyor kum tepeleri ve tehditkar ateşiyle. Amcam ölmek üzere, inliyor. Halkımın bana, ayaklanmayı yönetmem için ihtiyacı var. Bencilce kendi hayatımı bir kefeye koyuyorum, diğerine amcamınkini. Hangi tarafın ağır bastığını görmek ise… Durduruyorum oyunu, yoksa dayanamayacağım.
Fable’ı Fable yapan nedir? Tabiki görevler
Ekran aydınlanıyor, sanırım oyun başladı. Lüks içinde bir hayat yaşıyoruz, bir elimiz yağda bir elimiz balda. 50 sene geçmiş. Fable 2’deki baş kahramanımızın çocuğuyuz ve ağabeyimiz Logan, Albion’un kralı. Fakat tabir caizse halka nefes aldırmıyor despot kardeşimiz. Bardağı taşıran son nokta ise ikinci oyunda yönettiğimiz karakter olan “babamız”a yapılan ağır haksız davranışlar oluyor. Vicdanımız rahat etmiyor ve anlıyoruz ki zaman, neyin doğru ve neyin kolay olduğu arasında seçim yapma zamanı. Doğru olanı seçerek kraliyet sarayında ayrılıyoruz, yabani dış hayata gururlu asi olarak atılıyoruz ve yeni bir hayata başlıyoruz. Amacımız ise bu kötü gidişe dur demek, ki bize görünen tek çıkar yol ise krala, yani kardeşimize karşı bir ayaklanma başlatmak. Hikayenin ilk bölümü bunu sağlamak için yeteri kadar takipçi toplamaktan ve devrimi (teorik olarak “darbe” de denebilir) şekillendirmekten oluşuyor. İkinci bölümü ise bunu başardığımız takdirde tacı giydikten sonra ülkeyi nasıl yöneteceğimizle ilgili. Tabiki ilk kısımdaki verilen sözleri tutup tutmamanın ikinci bölüme büyük bir gerçekçilikle etkisi olacak. Peter Molyneux’un ağzı oyunda neler olacağı konusunda çok sıkı olsa da “Ne ekersen, emin ol onu binbir şekilde biçeceksin” diyor.
Kral olunca işlerin zevksiz ve monoton bir hal alacağını düşünmeden geçemeyeceğim, ama bu konuda da açıklanan şudur ki; sürekli uğraşacağımız bir durum olacak. Tebdil-i kıyafet ile IV. Murat hesabı sokaklarda gezebilecek ve halkın nabzını tutabileceğiz. Kâh önemli suç yerlerini incelemeye gideceğiz, kâh savaşlara katılacağız. Zaten komşu ülke olan Aurora bize huzur vermeyecek. Yıldırım Bayezid hesabı. Albion ne kadar büyük olsa da daha büyük olan dünyanın sadece bir kısmı ve ilk defa olarak F3’de Albion sınırlarının dışına çıkılabiliniyor. Yelpaze geniş… Herkesin korktuğu bir kral olmak izlenebilecek yollardan biri ve sadece bu bile yeterince heyecanlandırıcı.
İŞTE OYUNUN VİDEO SU
Videoyu Ekleyen Konsol Dunyasi