Gelecek üzerine yazılmış çok senaryo var ve bunlar genellikle felaketler üzerine kurulu, insanlığın yok olmanın eşine geleceğini ön gören ve hayat şartlarının “köleleşmeye” doğru yol aldığı kurgulardır. Kölelik demişken, bu kötü bir rejima karşı mücadele olarak da düşünülebilir, doğanın kıt kaynaklar göstererek sizi kendine muhtaç bırakması olarak da yorumlanabilir. Düşüncelerin sınırları ne kadar da açık uçlu değil mi? Yer veya zaman gözetmeksiniz, bir anda inanılmaz şimşekler çakabiliyor zihnimizde. Kimi zaman çılgın geliyordur belki, ama ya düşündükleriniz gün gelir gerçek olursa?
[Enslaved: Odyssey to the West]
Enslaved, uzun soluklu bir yolculuğu konu alıyor. Zorluklarla, tehlikelerle ve sürprizlerle dolu bir yolculuk. Birbirini tanımayan insanların ortak mücadelesini, hayallerin hayal kırıklıklarıyla sonuçlanmasını konu alan bir macera. Oyunu Playstation’a takıp beklemeye başladığımda, tam olarak neyle karşılaşacağımı bilmiyordum. İlk sinematik videoda bir şeylerin ters gittiği belliydi. Panik havası vardı etrafta. Herkes oradan oraya savruluyor, arada ufak çaplı patlamalar oluyordu. Bu aslında büyük sorunların da yolda olduğunu haber veriyordu. Sonra kamera, camdan bir hücreye doğru odaklandı ve muhtemelen yöneteceğim karakterle göz göze geldim; Monkey. Evet, ismi biraz garip gelebilir, ama onu kontrol etmeye başladıkça bu ismin doğru seçim olduğunu anlayacaksınız.
Gelecek zaman olur ki…
Oyun, günümüzden 150 yıl sonrasındaki bir gelecekte geçiyor. Monkey isimli bir karakteri kontrol ettiğimiz macerada, bir de bayan yol arkadaşımız var. Monkey, hücreden çıktığı gibi gemiden kaçmak için harekete geçiyor. Tabii ki bu bayan arkadaş da Monkey’nin dikkatini çekiyor, ama onun tehlikeli olduğu düşüncesine kapılan Trip isimli bu karakter, bir süre Monkey’den uzak durmayı seçiyor. Hatta bazı ölümcül noktalarda kurtarma imkânı olduğu halde bile Monkey’i ölümle burun buruna bırakıyor. Bu da bize karakterimizi test etme fırsatını sunuyor. Oyun veya film olsun, ilk izlenim her zaman önemlidir ya, işte Enslaved bunu olumlu yönde kullanmayı başarıyor. Adamımızın yakın dövüş tekniklerindeki yetenekleri ve akrobatik hareketleri, oyun boyunca akıcı bir maceranın yaşanacağını işaret ediyor bizlere.
[Enslaved: Odyssey to the West]
Peki, Enslaved’da amaç ne? Birden çok amacımız var, her birini söyleyerek oyunu açık etmeyi düşünmüyorum, ama iki karakterin de farklı düşüncelerinin olduğunu, ama bunları gerçekleştirebilmek için “istemeseler de” birlikte hareket etmeleri gerektiğini belirtelim. Dünya, artık yaşanmaz bir hal almıştır. Bir zamanların süper gücü olarak nitelendirilen Amerika bile yok olmuştur. Görkemli binalarıyla dünyanın en çok bilinen şehirlerinden olan New York, artık yıkık dökük bir halde, üzeri yosunlarla kaplı kaya parçacıklarından başka bir halde değildir. İşte burası bizim acil iniş yaptığımız, daha doğrusu yapmak zorunda olduğumuz durak. Gemiden kurtulmak için dışarıya çıkıp, kanatlarda yürümeye başlayınca kamera açıları beni benden aldı. Demiştim ya hani ilk izlenim önemli diye, bu sahneler gerçekten tam olmuş. Kanatlar üzerinde bir yandan rüzgârla dans ederken, diğer yandan üzerimize gelen parçacıklardan kaçmaya ve bizi yok etmek için yola koyulmuş robotları yok etmeye çalışıyoruz. Nedir, ne değildir, neredeyiz derken, geminin kanadının Özgürlük Heykeli’ne çarpmasıyla nereye geldiğimizi anladım ve bu gerçekten çok etkileyici bir andı. Geliştirici Ninja Theory’yi tebrik etmek gerek. Sinematik kamera açıları olarak çok iyi bir iş çıkarılmış.
Enslaved’in konusu, 1590’lı yıllarda yayımlanan Çin romanı Journey to the West’i temel alıyor. Robotlaşmış dünyada, yok olmaya yüz tutmuş insan neslinin deyim yerindeyse koruyucularıyız. Hadi uzatmadan işimize başlayalım öyleyse.
Kim bozdu bu Amerika’yı bakayım?
Etrafa şöyle bir göz gezdirdim de. Her yer yıkık dökük, sarmaşıklarla sarılmış, yoğun bitki örtüsü hakim, üstelik güzel de görünüyor, ama bir şey eksik, hatta bayağı bayağı eksik; insanlar! Amerika’yı ilk kez böyle bir tasarım ürünü olarak görüyorum. I Am Legend filminde başarılı bir iş çıkarılmıştı örneğin, ama Enslaved’da da güzel çalışılmış. Öyle ki yıkık bir gökdelenin en tepesinde ihtişamıyla yükselen bir ağacı görmek beni şaşırttı, hem de tebessüm etmemi sağladı. Daha önce görmediğime eminim. Renk renk çiçeklerle süslü sokaklar, yıkık köprülerin altından akan sular, otlarla bezeli caddeler… İşte taban tepeceğimiz mekânları kısaca böyle tanımlayabiliriz. Atlayıp, zıplayacağımız, tırmanacağımız birçok nokta var. İlerleyişimiz genellikle bir noktaya odaklı olarak gerçekleşiyor. Öncelikle haritada gitmemiz gereken yeri belirliyoruz, ardından da oraya ulaşmak için doğru yolu seçiyoruz. Lineer bir oynanış yapısı olduğu için yön konusunda pek sıkıntımız olmuyor, ancak etraftaki mekanik düşman faktörlerini de işin içine katarsak, çoğu kez dikkatli davranmalı, sadece kendimiz için değil, aynı zamanda bayan arkadaşımız için de önlemler almalıyız. Çünkü o ölürse, biz de ölürüz.
[Enslaved: Odyssey to the West]
Adamımız Monkey, iri yarı, kaslı biri. Dolayısıyla yakın dövüş tekniklerinde okkalı tokatlar, kallavi yumruklar sallayabiliyor, karşısındaki ufak tefek robotları ortadan ikiye ayırabiliyor. Genellikle bölüm sonlarında da devasa boss’larla karşılaşıyoruz, ama bunlar o kadar da zor değil. Tek yapmamız gereken, onları alt edecek püf noktayı bulabilmek. Bunu başarınca işimiz çok kolaylaşıyor. Tabii ki tüm bu yaptıklarımız ve etraftan topladığımız kırmızı orblar, gelişimimiz için önemli. Zırh sağlamlığından tutun da, hasar etkisine kadar kendimizi geliştirebiliyoruz, sağlık barımızı da uzatabiliyoruz.
Sarmaşıklardan gökdelenler
Enslaved’in grafikleri gayet iyi. Özellikle oyunun renk paleti çok canlı ve gözlere şenlik. Karakter tasarımlarında en ince detaylara kadar inilmese de güzel. Kıyamet sonrası bir dünya etkisi çok güzel hazırlanmış, üstelik diğer benzerlerinden farklı olarak bu kez “umutsuzluk” duygusu geri planda kalmış, doğanın yeniden bir yapılanmaya gittiği ve ona ayak uydurmamız gerektiği vurgulanmış. Unreal Engine 3’ün bu oyuna gayet yakıştığını söyleyebiliriz. Seslendirmeler de ortalamanın üzerinde, ancak etkileyici müziklerle karşılaşmadım.
[Enslaved: Odyssey to the West]
Son sözlere doğru gelirken, aksiyon macera oyunlarından hoşlananlar için Enslaved’i kesinlikle önerebilirim. Oynadığınızda siz de fark edeceksiniz ki, bazı oyunlardan da ufak tefek esinlenmeler var. Ben şahsen biraz Final Fantasy, biraz da Uncharted 2’yi gördüm bu oyunda, kötü olmamış, iyi düşünülmüş üstelik. Sinematik bir deneyim için sizi günümüzden 150 yıl sonrasına, sarmaşıklarla kaplı gökdelenlerin bulunduğu ıssız caddelere davet ediyorum.